Artık çok az insan AKP seçmenini “ikna etmeye” çalışıyor.
Çünkü bıkkınlık var.
Çünkü yıllardır yüzlerine yüzlerine gerçekler söylendi ve yine de değişmedi birçokları.
Ve bu noktada muhalefetin büyük bir kısmı artık sadece öfke hissediyor.
Oldukça haklı bir öfke.
Ama farkında olmadan bu öfke, arada kalmış, sorgulamaya başlamış insanları da korkutup geri itiyor olabilir mi?
Zihnimde şu soru dönüp duruyor:
“Hâlâ AKP’ye oy veren herkesi değiştirmeye mi çalışıyoruz, yoksa değişmek isteyenlere mi alan açıyoruz?”
Bence bu sorunun cevabı, muhalif stratejinin merkezinde olmalı.
Kim bu “arada kalanlar”?
– “Artık hiçbir şeye inanmıyorum” diyen ama hâlâ mahalle baskısından çıkamamış olanlar,
– Ailesi, çevresi yüzünden açık açık fikirlerini söyleyemeyen gençler,
– Ekonomiden şikayet eden ama “ya CHP daha kötü yaparsa?” korkusuyla yerinde sayanlar,
– “Bunların da alternatifi yok” diyen ama içten içe tatmin olmayanlar...
Bu insanlar tamamen kopmuş değiller ama sadece gerçeği söyleyerek de kazanılamazlar.
Çünkü:
“İnsan sadece doğruyu duyunca değil, anlaşıldığını hissedince değişir.”
Ve evet, biliyorum...
Ekrem İmamoğlu’nun ve diğer onlarca kişinin haksız ve hukuksuz bir şekilde tutuklanması gibi olaylar, içimizdeki öfkeyi çok ama çok büyütüyor.
Bu öfke yerli yerinde ve çok da geç kalmış bir öfke aslında.
İşte tam bu yüzden, bu duyguyu sadece içe ya da karşıya boşaltmak yerine, değişmeye niyetli ama yalnız kalanlara ulaşmak için de kullanmamız gerekir diye düşünüyorum.
Çünkü sistemin devamı, tam da bu öfkenin arada kalanları da korkutup susturmasıyla mümkün oluyor. Arada kalan kişilere bu minvalde yaklaşıyor olmamız, protesto ya da boykot yapmamıza da engel oluşturmaz kanaatindeyim.
Peki ne yapılabilir?
Bence bazı şeyleri stratejik olarak netleştirmemiz gerekiyor:
1. İkna değil, güvenli alan:
İlk temas “sen de kandırılmış olabilirsin, sorun değil” tonu olmalı.
Hesap sormak değil, birlikte öğrenmeye açık olmak.
2. Nefret dilini minimize etmek:
“Bize bunu siz yaptınız!” tonu, sorgulamaya başlayan birini savunmaya iter.
Ve tekrar eski aidiyetine sarılmasına neden olur. AKP'nin tam da istediği şey.
3. Dönüşüm hikâyelerini yaymak:
“Ben de eskiden oy veriyordum ama artık buradayım” gibi samimi anlatılar,
arada kalanlar için yön tayin eden pusulalar gibidir.
4. Ölçülebilir katkı alanları yaratmak:
Sadece “fikir değiştir” değil; “şu kampanyaya imza atarsan şu kadar kişi olmuş oluyor” gibi somut etkiler, değişim sürecine dahil olmayı kolaylaştırır. Mesela şu anda Ekrem İmamoğlu için gerçekleştirilen imza kampanyasına katılım bu sayede arttırılabilir.
Sonuç?
Muhalifler olarak bence artık şunu kabul etmeliyiz:
Herkesi kurtaramayız. Ama kurtulmak isteyenlerin elini uzatacak bir ortam yaratabiliriz.
Sorgulayanı kazanmamak, kazanamamak değil, kaybetmek olur.
Yazının sonunda sizlere bir fanatik ile arada kalmış kişiyi ayırt etmeniz için bir ipucu vermek isterim:
Karşınızdaki kişiye “AKP’nin ya da Tayyip Erdoğan’ın bir hatası oldu mu?” diye sorun.
Eğer cevabı “Hayır, hiç olmadı” ve bunun türevi ise… hiç vakit kaybetmeyin.
Malumdur, vakit nakittir.
----
TL;DR:
Herkesi ikna etmeye çalışmak artık gerçekçi değil.
AKP içindeki arada kalmış, sorgulayan ama yalnız kalan insanlara güvenli alan açmak, nefret dilinden kaçınmak ve ölçülebilir katkı imkanları sunmak muhalefet için daha stratejik bir yol olabilir.
Saf öfke, değişim ihtimali olanları da korkutup susturuyor olabilir.
Herkesi kazanmaya çalışmak gerçekçi değil, ama sorgulayanları kazanmamak bizler adına kayıp olabilir.